19 Matching Annotations
  1. Jun 2024
    1. Leipzig coğrafyacısına ve fikirlerine duyulan hayranlık Almanya ile sınırlı değildi. Örneğin, bir zamanların Türkiye başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun pan-İslamcı ve neo-Osmanlı yazılarında bulunabilir.

      Ahmet Davutoğlu Türkiye'nin ekonomik gücünün en yüksek olduğu dönemde, Batı'ya ve doğuya jeopolitik açılımın gerçekleştiği en yoğun dönemde Türkiye'nin etki alanının genişlemesini kendi ideolojik görüşleri yönünde kullandı. Neo-Osmanlıcılık cumhuriyet Türkiye'sinde uygulanma alanı bulmayan ve altyapısı olmayan bir düşünceydi. Keza Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde bile bu düşünce saraydan halka kadar birçok kişi tarafından tartışılmış fakat vazgeçilerek milliyetçi bir politika izlenmiştir. Ahmet Davutoğlu bir akademisyen olarak jeopolitik ile özel ilgilendi fakat tıpkı Ratzel'in düşüncelerini kendi çıkarları için kullanan düşünürler gibi o da farklı bir şey yapmadı. Ayrıca bugün Türkiye'de yaklaşık 12 milyon yabancı nüfusun bulunmasının temel aktörüdür. Suriye iç savaşından itibaren sığınmacıları özellikle kabul etmiş ve bunun devamında Türkiye'yi daha islamist bir çizgiye sokmayı hedefledi. Fakat neredeyse tüm dünyada bilinen önemli bir yanılgı var. Cumhuriyet kurulduğundan beri Türkler milliyetçi bir çizgide yetiştirildi ve sığınmacı fikri bunun da vesilesiyle oldukça zararlı bir sonuca sebep oldu. Türkler yeryüzünde müslümanlığa en büyük altın çağını yaşatmış bir millet olsa da günümüzde islam kurallarına sıcak bakmayan en büyük müslüman kitleyi temsil ederler (küçük bir azınlık grup hariç). Bu yüzden Suriye, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden gelen toplulukların yaptığı davranışlar ve temsil ettiği düşünceler toplumun genelinde çok ciddi rahatsızlıklara yol açtı. Türkiye kimlik bazında %90 müslüman bir nüfusa sahip olsa da şeriat isteyenlerin oranı %10'u bulmaz. Hatta Türkiye'de "aşırı sağ" günümüze kadar aşırı cumhuriyetçi, laik, militarist kesimin temsil ettiği grubu ifade ederken; islamcı, muhafazakar kesim daha merkez sağ hatta kimi zaman sol kesimi ifade etti. Günümüzde bu bir değişim içindedir. Fakat en kısa tabiriyle Davutoğlu 85 milyon içinde küçük bir azınlığa hitap eden bir politikayı Türkiye'nin dış politikası olarak sürdürdü ve başarısız bir siyasetçi olarak tarihe karıştı. *

      Davutoğlu, "alan" bakımından genişleyen bir Türkiye değil "isamcı etkinin tüm topluma sirayet etmesi gayretiyle müslüman nüfusu ülke içine alıp ülke dışında da çeşitli tampon bölgeler yaratma" hevesinde olan yani pek Ratzel'e uymayan pratiğe sahip olan birisidir.

      (Yabancı halkların Türkiye'ye gelmesi hakkında: Suriye iç savaşı sırasında gelen savaş mağdurlarının yanı sıra Türkiye çok uzun bir süre "açık sınır" politikası izleyerek milyonlarca resmi ve özellikle neredeyse tamamı gayrıresmi kişiyi hiçbir kayıt ve resmi prosedür olmadan kabul etti. Bu iki durumun karıştırılmaması oldukça önemlidir. Çünkü kayıt dışı birçok insan suç işlemiş, sınır dışı edilmiş ve kaçak yollarla tekrar Türkiye'ye girerek çalışmaya devam etmiştir. Keza "savaş mağduru" olarak nitelendirilen bazı kesimlerin dini bayramlarda Suriye'deki yakınlarını ziyaret edip sonra Türkiye'ye tekrar dönmeleri Türk halkının ciddi tepkisine yol açmıştır. Hatta modern Türkiye'de birçok kitlesel hastalığın yok edilmesinden sonra gelen kayıtsız birçok kişinin bazı hastalıkları tekrar yaymaya başladığı görüldü. Üstelik bu gelen kitle çok ciddi bir şeriat politikası yürütmeye başlayınca Türkiye'de çok ciddi bir göçmen karşıtlığı başladı. Bunun en temel sebebi "mantık" sorunudur. Türkiye 85 milyon bir ülke olarak genç bir nüfusa sahiptir. Dolayısıyla halkın önemli bir bölümü kayıtsız göçmen almanın, iş kollarına dahil edilmesinin mantıksız olduğunu ifade etmektedir (Bu oran iktidar partisini destekleyen kesimde dahi %80'e varan oranlara sahiptir). Özellikle 2016 da yaşanan darbe girişiminden sonra ekonomik açıdan kriz yaşayan Türkiye'nin son 5 yılda milyonlarca kayıtsız/kaçak nüfus alması tepkilerin yoğunluğunu daha da artırdı.) Şuan Türkiye'de ara sıra gündeme gelen fakat gelecekte Türkiye'nin en büyük problemi olacağı düşünülen ve araştırmaya ihtiyaç duyulan en önemli konu bu göç konusudur. Çünkü çok net ifade edilebilir ki Türkiye'de süre gelen göç hikayesi tarihte eşi benzeri görülmemiş bir süreçle işlemektedir. Batı dünyasında tüm prosedürlerle kayıt altına alınmış sığınmacılara karşı çıkılması ile Türkiye'de göçmenlere/kaçaklara karşı çıkılması kesinlikle aynı durum değildir. Dolayısıyla araştırmacılara tavsiyem şudur: Türkiye'deki göç sorununa tüm teorilerden, göç tarihinden, günümüzdeki eleştirilerden bağımsız bir şekilde, şahsına münhasır bir şekilde araştırma yapılmalı. Aksi taktirde ulaşacağınız sonuç pek de sağlıklı olmayacaktır.

    2. Coğrafya ve tarihi en sevdiği okul dersleri olarak tanımlayan Adolf Hitler, 1925/1927 baskısından itibaren iki ciltlik manifestosu Mein Kampf'ta Almanya'nın sözde toprak alanı ihtiyacını belirtmek için Lebensraum terimini birkaç kez kullandı. Hitler, Lebensraum'un, Alman Volk'unun kendisini kendi ölümünden ya da Sayfa 177 →başka bir Volk tarafından köleleştirilmekten koruyabilmesinin tek yolu olduğunu açıkladı.148

      Çok önemli. Bu beyanlar aslında Ratzel'in Lebensraumla özdeşleşmesinin, Lebensraum kavramının Avrupa topraklarına atfedilmesinin, Nekrolojik söylemler sebebiyle Ratzel'in sorumlu tutulmasının en önemli kanıtı (?) olmuştur. Böylesine bir figürün böyle bir söylem kullandıktan sonra birçok kişinin Ratzel'i ve jeopolitiği suçlamasının derinlemesine veya tarihine inmesi pek beklenemez. Hitlerin bu 3 cümlelik kullanımı ve arkadasından jeopolitiğin operasyonelleşmesinin sonucu olarak Doğu Avrupa ve ötesine girişilen askeri harekatlar, arkasında koca bir entelektüel birikim ve bir fikir yumağının acımasızca kenara itilmesine sebep olmuştur. Siyasi tarih aslında belirli fikirlerin uygulanıp bunun sonuçlarının yaşandığı tarihtir. Ratzel ise mekân, halk, siyaset üçgeninde oluşturduğu düşüncenin yanlış kullanımının yanlış suçlusu konumuna düştü.

    3. Ancak bu, "coğrafi bir organizma veya uzayda bir fenomen olarak devlet doktrini" olarak tanımlanan "jeopolitik" idi.

      Jeopolitik bir bakıma nüfuslar üzerinde "kontrol" ve "yönlendirme" sahibi olan devletin bir aracı olduğu için biyopolitika terimine de kısmen karşılık geliyordu.

    4. Kjellén, Linne'ci bir siyaset bilimi sistemi üretme girişiminde, "biyopolitika" da dahil olmak üzere çok sayıda kavram ortaya atacaktı.

      Önemli.

    5. Penck ve Hettner'in savaş zamanı yazılarında Lebensraum, güney yarımkürede daha fazla sömürgeleştirme fantezisini ifade eden bir slogandan, Doğu Avrupa'da toprak tazminatını temsil eden bir slogana dönüştürüldü.

      Ratzel'in düşüncesi farklı yerlere evrildi. Lebensraum Ratzel'in icadı olmamasına rağmen hem terim hem de çarptılan gerçekliklerin suçluluk kaynağı Ratzel'in üzerinde kaldı.

    6. Ratzel'in kavramını ulusal bir mağduriyet anlatısında kullandı.

      Aşırıya kaçan tüm politika ve askerlerin Ratzel'i kullanırken, kendilerine akademik ve düşünce meşruiyet sağlarken başvurduğu durum.

    7. Penck daha önce özel olarak Ratzel'in eserlerinin gerçek askeri işgal amacıyla kullanılamayacak kadar soyut olduğunu belirtmiş olsa da,44 Eylül 1917'de Berlin Üniversitesi rektörü olarak yaptığı açılış dersinde Ratzel'in terminolojisine başvurdu

      Heincirh Clab, General Friedrich von Bernhardi, Alfred Hettner, Jeomorfolog Albrecht Penck... bu isimler Almanya için bir toprak genişlemesini desteklerken genellikle Ratzel'in savaşın ve mekan mücadelesinin biyolojik ilkelere dayandığını, zayıf halkların doğal olarak yok olacağını söylemesinden bir destek alarak aslında Ratzel'i tamamen kapsamayacak şekilde eserler yazdılar.

    1. Ratzel'in nekropolitik coğrafyası, bu bakımdan, 1930'larda ve 1940'larda takipçileri tarafından operasyonel hale getirildiğinden daha az radikalleşmişti.

      Karl Haushofer ve diğerlerinin yaptığı şey: Ratzel'in nekropolitik coğrafyasını operasyonelleştirmek ve eyleme dökmek. Fakat bunu yaparken her insanın uyguladığı şeyi uyguladılar: Gerçekleştirmek istedikleri eyleme meşruiyet sağlamaya uygun düşünceleri bu önde araçsallıştırmak ve değiştirmek.

    2. coğrafyası, imhayı bir ulusun hayatta kalmasını sağlamak için meşru bir strateji olarak gören yirminci yüzyıl siyaset yaklaşımının entelektüel ve bilimsel temellerini attı.

      Önemli

    3. Ratzel'in askeri biyografisi, siyasi coğrafyasının temelini oluşturan Darwinci fikirler, insanlığın yeryüzündeki mücadelesinin doğal özellikleri olarak imha ve imhayı doğallaştıran nekropolitik bir savaş kavramı ve Alman İmparatorluğu'nun sömürgelerine uyguladığı ırksal şiddet arasındaki çok önemli bağlantılardır. Daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, Ratzel, coğrafyasının ruhunu çok iyi özetleyen nekropolitik Lebensraum kavramının en kalıcı katkısı olacağının farkında değildi.

      Ratzelin siyasi coğrafyasının çarptırılmasından kurtulmak ve siyasi coğrafyayı oluşturan düşüncelerin kökenini anlamak.

      Bana bu kitabın en en büyük katkıları

    4. Dolayısıyla onunki, hem doğaya hem de kültüre uygulanan mekansal bir yaşam ve ölüm teorisiydi. Çuha çiçeği veya tırtıl türleri gibi uluslar da çevrelerine asimile olmazlarsa yok olmaya mahkumdular.

      Ayak uydurabilme yeteneği. Devrimler kanlı olsa da çağı yakaladıklarında birçok ölümün üzerinde yeşeren bir toplumu oluştururlar.

    5. Ancak büyük ekonomik bölgeler de, özellikle doğal kaynaklara ve tarımsal açıdan zengin topraklara ev sahipliği yapan hayati organlar olarak işlev gördü. Sınırlar periferik organlardı. Ratzel, organizmaların kendilerinin organlara dönüşebileceğini ve bunun tersini savunarak bu modele bir karmaşıklık katmanı ekledi. Organizma olarak devlet, diğer devletlere karşı mücadele ederken, aynı zamanda bir organizma olarak kalmak için de savaşmak zorunda kaldı.

      Bir önceki düşüncelere benzer paralelliği Ratzel de düşünmüş. "Devletler kendi organlarını yaratabilir". "Yaratamazsa yeni organlara ihtiyacı vardır" ---> Bu da birçok savaşın mekânsal ünitelere ihtiyaçtan dolayı çıktığının temel felsefesini oluşturmaktadır. Benim askeri coğrafya çalışmalarımda da hep vurguladığım husus şudur: Askeri Coğrafya sadece savaş sürecinde etkili olan unsurların incelenmesi değil, aynı zamanda savaşın ortaya çıkmasını sağlayan coğrafi unsurların da incelenmesiyle bir bütün olabilir.

    6. Organizma olarak devletin en önemli hayati organları suya erişim ve ulaşım yollarıydı. Örneğin Sırbistan Tuna'yı kaybederse, "tedavi edilemez bir şekilde sakatlanacak".

      Bugün Türkiye'nin yer aldığı Anadolu da önemini ulaşımından ve su kaynaklarından alıyordu. Fakat bu duruma farklı bir bakış açısı ile bakılabilir: Su kaynakları ve ulaşım birer hayati organdır, bu doğru. Fakat bu organlara sahip olmak isteyen birçok devlet bu organizma (Anadolu) içerisinde birçok kez mücadeleye girdi ve hayatını kaybetti (yıkıldı). Dolayısıyla bu hayati organ olarak bahsedilen unsurlar aynı zamanda "elde tutulamayınca kronik bir hastalığa ve daha sonra ölüme neden olan birer organ" olarak da nitelendirilebilir mi? O zaman şu soru tarih sahnesinde birçok savaşın yaşanmasının coğrafi temelini oluşturabilir mi?: "Devletlerin çeşitli periyodlarda kendisini sağlıklı tutacak yeni organlara ihtiyacı vardır".

    7. Irklar nasıl içsel çürümeye maruz kaldıysa, devletler de öyleydi. Devlet gelişiminin daha düşük aşamalarında, düşüş daha yüksek olanlardan daha hızlı başlar. Ancak devlet örgütlenmesinin daha yüksek aşamalarında da, özellikle bir Volk'un uzamsal bilinci, topraklarının uzamsal kapsamını yakalayamadığında, gerileme söz konusuydu.

      Aslında Ratzel'in bir nevi uluslararası ün kazanmasına sebep olan "canlı devlet" düşüncesinin temelini burada görmekteyiz. Fakat burada şu düşünce gözden kaçırılmamalı: Devletin var olan toprakları, toplumun bilinci ile denge sağlayamazsa bu durum devlet için ölümcül olabilir. Yani devletin yaşam alanı toplumun yaşam alanı ile dengeli olmak zorunda.

    1. Politische Geographie , Avrupa güç dengesinin diplomatik bir buluş olmadığını, daha ziyade uygarlık gelişiminin her düzeyindeki tüm devletler için farklı derecelerde de olsa ortak olan mekansal genişleme dürtüsünün yan fenomeni olduğunu savundu.

      Siyasi ve askeri çatışmaların coğrafi yani doğal dürtüleri olduğunu göstermektedir.

    2. Ratzel'in siyasi coğrafyası da siyasi gerçekçilikle önemli bir zemini paylaşıyordu. Antropogeografide güç dengesine odaklanma zaten ortaya çıkmıştı . "Eğer bir kabile komşularına yakın bir tehdit oluşturacak kadar güçlenirse, o zaman komşular onu yok etmek için birleşecektir."

      Askeri coğrafya tezi çalışmam boyunca Almanya'nın zaman zaman bunu yaşadığını, kısmen Rusya'nın yaşadığını fakat itici güçler arasında hep Britanya'nın olduğunu tespit ettim. Coğrafya kader olmasa da ulusların yürüyeceği yolun en önemli belirleyicilerinden birisidir.

    3. Ratzel, kolonizasyonun modern tarihe özgü olmadığını, son buzul döneminden bu yana meydana geldiğini savundu. 57 Yalnızca az sayıda Pasifik adası ve kutup bölgesinin yeni sömürgeleştirilmesiyle, tüm dünya böylece daha önceki sömürgeleştirme hareketlerinin bir parşömeni olarak okunabilir. 58 Aslında hayvan ve bitki krallıkları bile benzer kolonizasyon dalgalarına maruz kalmıştı.

      ?

    4. sömürgeleştirme, varoluş mücadelesinin kendisinden ortaya çıkan savaşçı bir hareket mantığıydı.

      Anlaşılabilir, mantığa oturtulabilir bir genel düşünce. Fakat bir türün "varoluşu" aynı türün üyelerini yok etmekten mi geçiyor? Biyocoğrafya açısından dağılıma bakıldığında hayatta kalmanın aynı türlerin işbirliğine dayandığını görebiliriz (değişken olarak). Ratzel bu düşüncesinde "insan" merkezli değil, hepsini birer farklı tür olarak gören "devlet" kavramından yola çıkıyor. Bazen de bu "türü" "Avrupalı/Beyaz İnsan" olarak nitelendiriyor. Aslında burada bir tümevarım değil, tümdengelim görülmektedir. Ratzel, sömürge konusunda düşüncesini, çeşitli felsefi ve düşünce kalıplarının ortaya çıkardığı bir netice olarak değil, doğal süreçleri sömürgeleştirmeye uyarlayan bir altyapıyla şekillendiriyor. Bu şu ana kadar Ratzel için okuduğum en tutarsız anlayıştı. Yazarın bu konuyu böylesine ince bir derinlikte ve uygun sıralama ile vermesi bu düşüncemin ortaya çıkmasını sağladı.

    5. Kasım 1884'te, Ratzel'in açılış konuşmasından iki ay sonra Bismarck, Afrika'nın bölünmesini resmileştirmek ve Almanya'nın sömürge statüsünü kesinleştirmek için sömürgeci güçleri Berlin'e davet etti. Üç aydan fazla süren ve Kongokonferenz olarak da bilinen 1884-1885 Berlin Konferansı, Afrika'nın sınırlarını, kıta üzerinde günümüze kadar kalıcı etkiler bırakacak şekilde yeniden çizdi. Sonraki on yıllar boyunca Alman İmparatorluğu bir dizi sömürge savaşının ortasında kaldı. Ratzel, Alman sömürgeci meraklıları, yazarları, kaşifleri ve yöneticilerinden oluşan etkili bir ağın bir parçası olarak, Alman sömürge hareketinin en önde gelen isimlerinden bazılarıyla etkileşime girdi; yerleşimci sömürgeciliğin ilk savunucularından Friedrich Fabri ve Almanya'nın öncüsü Carl Peters gibi adamlarla. Afrika'nın en ünlü toprak gaspçısı. Ratzel, Almanya'nın kolonilerini hiç ziyaret etmemesine rağmen, kalemini kullanarak ve pozisyonunun kurumsal otoritesini kullanarak bu adamlara destek verdi.

      Coğrafyacıların imparatorluk politikaları üzerindeki etkileri ve değişen bölgesel jeopolitik yapıyı görüyoruz. Burada coğrafyacıların rolü oldukça önemli. Bir kıtasal alanın yapısal değişimine şahit oluyoruz.